29 Ocak 2016 Cuma

Kuyucaklı Ziya’nın İzinde Lavanta Hasadı



2012  yılında çocukluk arkadaşımla beraber Isparta Senirkent kasabasın­da gül hasadına katılmamla birlikte, artık hayallerim de yön değiştirmeye başla­dı. Hani vardır ya, emekli olursun, kasaba-köy hayatını tercih edersin, sebze meyve yetiştirirsin veya bir kafeterya, bar açarsın, doğaya yaklaşırsın, balıkçılık yaparsın… Şe­hir insanının bitmek tükenmek bilmeyen hayalleri ve planları; onlar işte. Toroslar da tüm çiçekleriyle adeta beni çağırıyordu. Dü­zenli bir şekilde, senede iki kez yollar beni Isparta’ya götürür olmuştu. İstanbul’da 30-40 yıl yaşayıp da böyle düşünmeyen yoktur sanırım. Metropol hayatında insan, zaman­la yeşilden yoksunlaştıkça bir o kadar da yeşile sarılıyor. Son dört yıldır, bahçecilik eğitimi almama ve gönüllü olarak TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandır­ma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) ve NGBB’de (Nezahat Gökyiğit Botanik Bah­çesi) çalışmama rağmen İstanbul’dan sık sık kaçarak kendimi bahçelerde, bağlarda, dağlarda bulmaya çalışıyorum.
“Tanrı’nın Bize Armağanı”

Lavanta Hasadı.png3

Çevreci yazar Yusuf Yavuz’un yazıları, adeta benim yol gösterenim oldu geçen yıl ve Kuyucaklı Ziya Doğan ile irtibat ku­rarak hayalimin çiçeğiyle karşılaştım. Be­nim anlatacaklarım, usta yazar Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u (ki bahse konu olan yer Aydın ili Kuyucak’tır) gibi acıklı değil; çok keyifli.
Kuyucaklı Ziya Doğan ile tanıştığımdan beri yatıyorum kalkıyorum “Lavanta”yı düşünüyorum. Ne olur? Nasıl olur? Ne­ler yapılır bu lavanta ile? Niçin Fransa’da yıllardır büyük bir tarım ve turizm po­tansiyeli yaratan bu şifalı çiçek, bizde bu kadar tanınmıyor ve yetiştirilmiyor? Oysa bakım istemiyor, su istemiyor; tek istediği bol bol güneş; o da ülkemizin en büyük zenginliği, öyle değil mi? Sağladığı estetik ve görsel harmoni ise parayla pulla kolay kolay satın alınamaz. Bu yaz hasat zamanı benim için gelmek bilmedi. Ne zaman? Ne zaman? Arıyorum soruyorum: Ne zaman? “Ramazan Bayramı’nın ertesi hemen baş­lıyoruz” denince hemen biletler alındı; eşe dosta haber edildi ve Ağustos ayında yol­culuk başladı.
Isparta’nın Keçiborlu ilçesine bağlı Kuyu­cak köyünde hasat zamanıydı. Köy, bizi
yoğun lavanta kokusu ve avlulara serilmiş kuru lavanta çiçekleriyle karşıladı. Kuyu­caklı Ziya Doğan da hem yıllardır tanıdı­ğım bir dost edasıyla, hem de yoğun iş temposuna rağmen şehir insanının unut­tuğu misafirperverliğiyle en güzel şekilde ağırladı bizi.
Köyün lavantayla tanışması, 1970’lerin başında Fransa’dan getirilen fidelerle ol­muş. Susuz arazide Ziya Bey; emeklilik hayallerini, kendi köyünde adeta kalkın­ma ve umut şeklinde yeşertmiş. Kuyucak, Kuşçular, Çukurören, Ardıçlı, Senir, Gü­neykent ve Aydoğmuş köylerinde üretim, 900-1200 metre rakımlı yerlerde yapı­lıyor. Göçle boşalan Kuyucak köyünde lavanta için “Tanrı’nın bize armağanı” deniyor.
Lavanta Hasadı.png4
Çiğdem

Kuyucak köyüne 1999 yılında emekli olup dönen Ziya Bey, hem öncülük yapıyor hem de çok şifalı olan lavantanın balını eşiyle birlikte üretiyor. Burdur Gölü kıyı­sı, tepelere doğru tamamen lavanta bahçe­leriyle dolu. En üstte ise kovanlar… Muh­teşem manzara insanı, lavanta kokusuyla birlikte sarhoş ediyor. Mayıs ve Ağustos arasında lavantalar çiçekleniyor ve hoş kokuları bal arılarını çekiyor.
Lavanta balı, şeker oranı oldukça yüksek bir bal. Doğallığı, kokusu ve lezzetine bir de karaciğere, Hepatit B ve sinir sistemi hastalıklarına faydası ilave olunca, büyük talep görüyor ve zor bulunuyor. Bal üre­timinin iki yıl öncesine kadar 1 ton kadar olduğunu belirten Ziya Bey, artan kont­rolsüz gezgin arıcılar sebebiyle üretimin bu yıl %50 kadar düşerek, 500-600 kg’a indiğini söylüyor. Kontrollü ve kontrolsüz arıcılığın durumunu, bilinçli tüketiciler ta­kip ediyorlar zaten.
Ballıbabagiller familyasından olan la­vantanın (Lavandula spp.) anavatanı Ak­deniz Havzası, Kanarya Adaları, Kuzey Afrika, Hindistan ve Güneydoğu Asya. Lavanta çok yıllık, yaprak dökmeyen, yarı çalımsı bir bitki. Gruplar halinde, bordür ve alçak çit şeklinde, eğimli arazide ve pencere önü saksıda yetişebiliyor. Çiçek açmadan kesiliyor. Çiçeklendiğinde ise farklı renkleri oluyor; mavi, mor, leylak, beyaz… Tam güneş alan yerlerden hoşla­nan lavanta, orta, hafif bünyeli, geçirgen, nötr, hatta fakir topraklarda dahi yetişi­yor. İlkbaharda, hatta Şubat ayında bile ekilebiliyor. Budama ise kaçınılmaz, zira o güzel yuvarlak formunu korumak için çiçeklenmeden sonra budamak şart. Bitki­nin alt dalları düzenli olarak budanmazsa yaşlandıkça odunlaşıyor; odunlaşınca taze filiz veremiyor; böyle bir durumda yerine yeni bir bitki dikmek daha uygun oluyor. 15 yıl, hatta kimi zaman 25 yıl boyunca aynı kökten ürün alınabiliyor.
“Çelikten Üretim” Yapılıyor


Lavanta Hasadı.png5
Bu mis kokulu çiçeğin bakımı çok kolay, üstelik hem kurusu hem de yağı para getiriyor köylüye. Bu yılki hasat sonrası oluşan piyasa koşulları ise “çok olumlu” şeklinde değerlendiriliyor. Yaş lavantayı kilogram fiyatı 1 TL/kg’dan satan olma­mış; zira kuru lavanta tohumu 12 TL/ kg’dan alıcı bulmuş; sonuçta köylünün yüzü gülmüş. Kuyucak köyü tarım arazile­rinde 2012’de %70’e varan lavanta ekimi, bugün %90’a ulaşmış vaziyette. İnanın bu olumlu gelişmeler, köylü kadar benim de yüzümü güldürüyor. Özgürlüklerine düş­kün bu göçer, misafirperver, yardımsever köylüler; kimseye muhtaç kalmadan kal­kınsın ve tersine göçü yaşasın isterim.
Lavanta köylüsü genellikle “çelikten üre­tim” yapıyor. Biliyorsunuz, bir bitkiden köklendirmek üzere alınan parçaya “çe­lik” diyoruz. İngilizce’de “cutting” (kes­me) denen bu işlem, genellikle dallardan alınarak gerçekleştirilebiliyor, sonra tek yapraktan veya kökten yapılabiliyor. Çe­liğe “kesik parça” da denebiliyor. Çelik kökleniyor, filizleniyor ve yeni bir bitki oluyor. Çeliğin en önemli avantajı ise bit­kinin birebir kopyasının elde edilebilmesi. Çok çabuk büyüyebilmesi ise bir diğer avantajı. 1 dekara aşağı yukarı 90 ila 100 çelik fidesi dikiliyormuş. Köylü lavantayı çift yönlü sürüyormuş. Ziya Bey, aynı za­manda iyi bakılırsa 1500 metrekare ara­ziden, 700 kg ile 1 ton arası yaş lavanta toplanabileceğini belirtiyor. Bu arada 5 kilogram yaş lavantadan 1 kilogram kuru lavanta tohumu elde edilebileceği bilgisini de verelim.
Hasat ve saklama koşulları tüm tıbbi bit­kiler gibi çok önem kazanıyor. Çiçekli dal­lar, kokunun en güçlü olduğu çiçeklenme başında veya çiçeklenme sırasında topla­nıyor. İlkbahar ve yaz mevsiminde aslın­da her an toplanabiliyor. Büyük demetler halinde tarladan kerpiç, taş veya ahşap evlerin avlularına getiriliyor ki, bu man­zara görülmeye değer. Daha sonra çiçekli dallar, yerlere avlulara serilerek kurutu­luyor. Hasat zamanı caminin etrafından başlayarak tüm bahçeler, avlular büyük lavanta demetleriyle dolup taşıyor. Kuru­tulan lavantalar önce geniş, daha sonra daha dar elekten geçiriliyor ve tohumlar satışa hazırlanıyor.
Morun Büyüsüne Kapılmak…
Lavanta Hasadı.png6

Eski Romalılardan ve Eski Yunan’dan bu yana lavantanın parfümünün yapıldığını, banyolara karıştırıldığını biliyoruz. Adının ise büyük olasılıkla “livere” (mavileştir­mek) ile “lavare” (yıkamak) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan Ortaçağ Latince­si’ndeki “livendula” kelimesinden türediği belirtiliyor.
Yatıştırıcı bir etkiye sahip olan la­vantayı kesecikler halinde çama­şırlarınızın, yastığınızın altına koyduğunuzda, güzel ve saf kokusunun yanı sıra sizleri rahatlatacak­tır da.
Lavanta Hasadı.png7Ben sürekli kullanıyorum. Araştır­malara göre lavantanın yağı da uykusuz­luğa karşı kullanılıyor. Aroma tedavisinde ise üşütme, bronşit, nezle, ateş, akne, sivil­ce, ağrı, baş ağrısı, saç diplerindeki kaşıntı için önerilebiliyor. Fonksiyonel kan dola­şımı rahatsızlıklarında ise haricen lavanta banyosu yapılabileceği belirtiliyor. Gü­nümüzde ise lavanta gözlükleri, lavanta yastıkları ile sabunu, oda spreyi, peeling tuzları bayanlar arasında çok fazla kulla­nılıyor. Lavanta kolonyası da halen vazge­çilmez bir ürün… Kurutularak dolaplara konan lavanta çiçekleri giysileri böcek­lerden koruduğu gibi, Batı Anadolu’nun makilerinde yetişen karabaşotu olarak adlandırılan lavanta çiçeklerinden, yıl­lardır tıbbi fayda sağlanıyor. Lavantanın, esansiyel yağ olarak kullanımının yanı sıra süs bitkisi olarak peyzajda ve Avru­pa mutfağında yemeklerde kullanımı çok fazla. Etken madde kalitesi en yüksek cins yağ, “Lavadula officinalis”ten elde edilirken; estetik ve renk kalitesi olarak “Lavandula super blue” tercih ediliyor. Tohumlarından çıkan lavanta suyu da iyi bir cilt bakım toniği. Antik çağlarda anti­septik olarak kullanıldığı bilinen lavanta­nın suyu da Birinci Dünya Savaşı’nda ya­ralanan askerlerin yaralarının dezenfekte edilmesinde kullanılmış.
Lavanta Hasadı.png1

Kuyucak’ta hasat zamanını resimleriy­le birlikte sizlerle paylaştım. Seneye ise mora boyanmış lavanta bahçelerini gör­mek istiyorum; yani hasat öncesi gitmeyi hayal ediyorum. Hasat zamanı, hafif griye dönmüş çiçekler harikulade, ancak koku da bir o kadar müthiş. Sizi sarıyor ve içine çekiyor. Son yıllarda 5 ton kadar lavanta yağı üretiliyorken, yıllar içinde bunun kat­lanarak artmasını ve bu üretken lavanta yetiştiricilerinin, Fransa’daki çiftçiler gibi aynı bolluk ve berekete kavuşmasını bekli­yorum. Bunun için benim, sizin hepimizin yapabilecekleri var. Isparta’ya, Keçiborlu ilçesine gelin; bu güzel köyde ruhunuzu, gözünüzü doyurun. Kalbinizi siz de benim gibi lavanta bahçelerinde -İstanbul emekliliğine kadar-bırakın. Gelin görün; yöresel kalkınmaya gerek üretim, gerek turizm ölçüsünde destek verin.



Bunlar da benim diktiğim gözlüklerim
Onlarla missss gibi uyumak mümkün..



URLA’DAN TARIMDA BİR SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK HİKAYESİ


 
 
 
 
URLA’DAN TARIMDA BİR SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK HİKAYESİ 

Tarımda sürdürülebilirlik ve doğal kaynakların kullanımı, günümüzde hem araştırmacılar hem finansörler hem de politikacılar açısından oldukça popüler bir konu oldu. Bu hevesliler, daha ziyade üründen çok teknolojiyi; çevresel kaliteden çok ekonomik karı ve kaynakların uzun süreli kullanımından ziyade kısa vadeli kazancı amaçlıyordu. Tarımda,  toprak yapısı en büyük yatırım ve varlık kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Toprak yapısı, üretim kapasitesini, çevresel kaliteyi, ürünlerin sürdürülebilirliğini, hepsini etkiliyor. Toprak yapısında verimin düşmesi ise, zincirleme olarak, hızlı erozyon, aşırı sulama, toprağın aşırı sıkışması, tuzlanma ve bağlantılı olarak toprağın doğurganlığının tükenmesi şeklinde, yerel problemlerle sık sık ülkemizde karşımıza çıkıyor.

Buna karşın yerelde güzel haberler de alıyoruz. Ege Denizi’nin kıyısında Urla’da yüzlerce yıllık bağ setlerinde, antik üzümler tekrar karşımıza çıkıyor. Kaybolan üzüm çeşitlerimiz, kurtarılıyor ve ürünleri uluslararası ödüllere layık görülüyor. Gelelim Uzbaş Tarım Ürünleri ve Turizm Gıda Sanayi ile Urla Şarapçılığın sahibi, Can Ortabaş’ın uzun soluklu çalışması, mücadelesi ve Ege Kıyılarında yaşam bulan üzümlerin hikayesine..

UZBAŞ TARIM ÜRÜNLERİ NASIL ORTAYA ÇIKTI? İŞTE HİKAYESİ

Hikaye 17 sene önce başlamış Can Ortabaş için. Urla Şarapçılığın arazileri, 17 sene önce alınmış. İzmir Karşıyaka doğumlu olan Ortabaş, yıllarca Karşıyaka’da basketbol oynamış ve yüzmüş. Hafta sonları Urla’da yazlığının olmasını istemiş; otobanında geçmesiyle önce bir arazi almış;  daha sonra bir tane daha almış. Yarımadanın diğer tarafındaki,  Seferihisar’a bakan kısmındaki büyük arazinin hikayesini ise şöyle anlatıyor: emlakçıların sevdiği bir kişi olmuştum; ellerindeki yerleri gösteriyorlardı; haber veriyorlardı. 1,864 dönüm arazinin, yarımadanın diğer tarafında olduğunu söylediler, önce inanmadım sonra atladık gittik. Mübadele yoluyla gelen, mavi gözlü yaşlı bir Arnavut göçmeni olan emlakçı sayesinde, bu büyük araziyi buldum, diyebilirim.

Seferihisar tarafı 16 yıl önce 1.Derece Doğal Sit alanı ilan edilmişti. Bugüne kadar da bu sayede korunmuştu. Çok kötü imarlar vardı; bitmeyen inşaatlar; okulu, hastanesi düşünülmeden yapılmış inşaatlar ile üstlerinden inşaat demirleri çıkan beton yapılar. Ben de bu bölgeye geldiğimde, birkaç yıkık dökük bina ile 86 yaşında tek oğlu yurtdışında olan ve buğday yetiştiren bir amca vardı. Kendisi araziye artık yetişemediğini söyledi.  Özellikle 1000 yaşlarında, gövdeleri bonsai şeklinde anıt zeytinleri görünce bir süre bakakaldım. Amca, bana dönüp’ sen burayı alacaksın’ dedi; anlamıştı.  3 gün sonra aldım. Keçiyolu gibi yolu vardı, denize kadar devam eden bir arazi..Birkaç kez gidip geldikten sonra buraya aşık oldum ve ‘umarım burayı satmak zorunda kalmam ve 2.nesle bırakırım’ dedim. Elbette artık arazide bir şeyler yapılması gerekliydi…
 

İzmir- Manisa yoluna giderken, Cumba Restoran için peyzaj çalışması yapmak istedik. Baktık belediye de özel yerlerde çok kısıtlı peyzaj bitkileri var; bunu farkettik.  Peyzaj sektörü oldukça zayıftı. İtalya ve İspanya’dan bazı fidanlar getirmiştik Cumba Restoran için. Biraz bu tip işler yapalım dedik. Ben 16 yıllık süreçte,  54 ülkeye gittim; araştırdım. Küçük bir hikaye ile başladı,  büyüdü ve büyüdü.  Bu ülkelerin içinde Fas, Avustralya ve Afrika ülkeleri de vardı. Amaç,  Akdeniz’de Ege’de olabilecek,  ancak o dönemde olmayan bitkileri, getirmekti. Büyüdü büyüdü büyüdü zaman zaman 186 kişiye çıktığımız günler oldu.   Peyzaj mimarları, ziraat mühendisleri, bahçıvanları ile yıllar içinde bir arboretuma dönüştü. 2.-3. senemizde, tarlalar sulanmaya, elektrik gelmeye, evler yenilenmeye, yollar açılmaya, çalışanlar oturmaya başladı. Ben şunu fark ettim ki;  bu çok uzun vadeli bir yatırımdı. Diktiğim bir bitkiyi,  10-15 sene sonra söküyorum; bu işin 2. Jenarasyon işi olduğuna...10 sene sonra bile satış yapamaya bileceğim, bilinciyle bu işe başladım.

ANTİK URLA KARASI’NIN PEŞİNDEN…

Tarlalarda taşları temizlemek için makineler çalışıyordu. 2. 3. Senenin sonunda,  yamaçlarda eski bağ setleri ve boyumdan büyük içleri şarap kokan amforalar çıkmıştı karşımıza. İşte bu, bizim için hazineydi. Dağ çilekleri, sandal ağaçları, sakız çalılarının altında,  hep orman yangınları ile yok olmuş, bağ setleri(bağ terasları) vardı. Çalılar daha çabuk geri geliyordu; orman daha geç elbette. Diyebilirim ki, yamaçlardaki bu bağ terasları,  bana şarap yapma ilhamı derdi…Antik Klazomenai dönemine ait bu bulgular, bizi heyecanlandırdı. Urla yani Klazomenai; Seferihisar yani Teos ve Ildırı yani Erythrai; Foça’nın ise Phokaia olduğu antik *İonia dönemi, şarapçılıkta ve bağcılıkta en parlak dönemini yaşamıştı buralarda.
 

*iyonya Batı dillerinde Ionia Anadolu'da bugünkü İizmir ve Aydın illerinin sahil şeridine Antik Çağ'da verilen isimdir Bölgede bulunan 12 bağımsız sahil kenti Kuzeyden Güneye Phokai Foça, Klazomenai, Erythrai, Teos, Kolophon, Lebedos, Ephesos Efes, Priene, Myos ve Miletos Milet ile birlikte halen Yunanistan'a ait olan Khios sakız ve Samos Sisam ada kentleri idi. Bu kentler MÖ 1000 dolayında Yunanistan'dan gelen ve Yunanlıların ion ulusuna mensup olan kolonistler tarafından kuruldular

O yıllarda biri bana ziraat yapacaksın; tarımla uğraşacaksın; üzüm yetiştireceksin dese inanmazdım; evet özel kavım vardı, meraklıydım ancak şarap üreticisi olmak..başka birşeydi…Eğitimim de buna uygun değildi ancak aşk işte. Urla’ya gidip geldikçe,  bu işe daha çok bağlandım. Aslen Ege Üniversitesi yüksek  Spor okulu mezunuyum ve bir zamanlar milli basketçiydim. Tarımla, ziraatle hiçbir bağlantım yoktu.

Peyzaj işinin çok rantabl yatırım bir yatırım olmadığını anlamıştım; toprak fakir burada, kireç çok yüksek, sürekli bir sea breeze rüzgar var; yazları nemsizlik var.

Peyzaj bitkilerini, Ödemiş’te çok çok kolay yetiştirebilirsiniz. Zor şartlar altında, Urla’da,  buraya aşık olduğum için yapıyorum.  Ama bağ setlerini bulup da;  şaraplık bağ yetiştirmek ile ilgili geçmişi öğrendikçe her şey ortaya çıkmaya başlamıştı. Neden? Niçin? Nasıl? Oturmaya başlamıştı artık..

 Şarap farklı bir olay, tam tersine verimli toprak değil ızdırap çeken, daha zor şartlarda daha iyi sonuçlar veriyor. Yarımadanın geçmişini okuyunca, şaşırmamak elde değil; çok kısa sürede 90-100 sene gibi kısa bir süre içinde bu yokoluş inanılır gibi değil. Bir zamanlar, 90 milyon şişe yılda, Çeşme- İzmir arasında şarap üretiliyormuş bu yarımadada. Oysa tüm Türkiye geçen yıl,  70 milyon şişe üretti yani; Türkye’den fazla bu yarımadada şarap üretebiliyordu zamnında. 3 km yürüyüp gölgesinde oturacak ağaç bulamazsınız bağ setlerinde,  tepelere kadar derler..
 

KATMA DEĞER OLARAK ŞARAP VE AGRO TURİZM

Şarap, bir katma değerdir. Bugün üzüm, 1-2 lira, üzümün suyunu çıkarırsınız 2,5 lira; üzümü kurutursunuz  3 lira ama biz 23 euroya şarap ihraç ediyoruz ABD’ne,  İngiltere’ye, Danimarka’ya… Gerçek şu ki, 21. ve 22. yy da katma değer yaratmayan toplumlar bir hiç. Bu yarımada,  Çeşme’ye kadar bir gün büyür. 18 milyon oldu İstanbul, burası 5 milyon. Büyür ama, ağır sanayi mi gelsin? Yoksa evler evler siteler siteler mi?  Yeşili koruyarak, katma değer yaratmanın bir yolu var aslında…Burada müthiş bir hikaye var, geçmiş var. Orada duruyor, sadece yıllardır dokunan olmamış; kaybolmuş. Kültürler yok olmuş.  Hristiyanlar göç etmiş, mübadele büyük bir yıkım OLMUŞ. Ben de Girit göçmeniyim. Hristiyanlar gidince, şaraplık üzüm, sofralık gibi satılmaz olmuş ve aynı sebeple kaybolmuş.

 

Şarapçılığın, ** Agro Turizm’e katkısı olacağına inanıyorum ve ben işin bu tarafındayım.  Sürdürebilirlik hepsi bir arada gelecek aslında; bütün her şey içiçe.  Bizim yatırımımızın şarap kısmı, Sosyal Sorumluluk Projesi gibi başladı. Bu gün, bir şehrin, bir kasabanın bir kimliği olması gerektiğine inanıyorum.  Neyi iyidir? Ne iyi yapılır? Adı var kendi yok… O zaman pek çok taş yerine oturmaya başladı. Bu gün Antalya’da 50 dolara her şey dahil 7-8 ay sezon var. Böyle bir turizm şekillenmiş; elbette tartışılabilir ayrı bir konu.  Oysa bu yarımadanın, 2,5 ay sezonu var. Bugün Alaçatı, Urla’da oteller her gün dolu olsa yetmez; rantabl değil.  Sezonu genişletmemiz lazım;  burada iyi şarap yapma imkanı var. Burada böyle bir imkan var; niçin değerlendirilmesin?

Anlatacağıma çok şaşıracaksınız; bizim bile hayallerimizden öte. Ben böyle yola çıktım. Bu gün Kasım ayında Toskana’ya gidin Napa’ya gidin yağmur çamur kışın her yer dolu;  300 avroya zor yer bulursunuz. Eski binalar restore edilmiş, taş binalar otele dönüştürülmüş. Bir gastronomi var. Gündüz çapaladığı tarladaki organik domatesleri, akşam yemek pek çok üst kademe yöneticisinin özlemi olmuş. Katma değer işte bu, hem de doğayı koruyarak. Şarap aslında bir araç, asıl amaç, bu yarımadada sürdürülebilir  bir yaşam tarzı geliştirmek, Agro turizmi getirebilmek.
Sezonu açabilmek. Bu da neyle olur?  Peynircilik, kekik üretimi, ucu bucu yok. Unutulan lezzetler festivalleri yapmak,   Şaraphaneler, zeytin içlikleri, zeytinyağı sıkım tesisleri, balık yarışmaları, ot festivalleri yapmak, biberiye, lavanta yetiştirmek, fabrikalar değil..Kültür turizmini geliştirmek.  Şarap Festivalleri yapmak..Ölü sezonlarda, bu festivallerle sezonu uzatmak ve canlandırmak. Yarımada Kalkınma Stratejileri Toplantılarında 10-15 yıldır anlatıyoruz,  İska, Büyükşehir Belediyesinde anlata anlata tartışa tartışa biraz yolalınmaya başlandı.  Biz buranın bir kimliği olsun istiyoruz.  İnsanlara anlatmak çok zor; ama devam ediyoruz. İnsanlar rand peşinde, binalar binalar yapıyorlar; şehri bina ve kat olarak görüyorlar; eskinin hayran olduğum Kuşadası ne oldu?  Bir süre sonra yıkımlar geliyor. Rüyalarımıza giren Kuşadası… Benim için katma değer yaratma, Agro Turizm budur işte. Yavaş yavaş daha neler neler yapılacak..

Devletin alkollü içkilere uyguladığı yüksek vergilerle, devam edilebilecek mi? Sorusuna Can Ortabaş bakın ne cevap verdi:’’ kesinlikle devam edilir; ben herkesin söylediğinin aksini söylüyorum; devlet yaşam şeklimize karışmasın yeterli’’ dedi. Üretici hep yardım ister devletten; vergileri düşürmesini ister neyi bekliyoruz ne kadar zengin devlet ? Kendim aldım yapıyorum yeter ki bu bölgeye, bu yakışır desin; inansın. Ege’nin köylerinde bile kahveler

**agro turizm, Kırsal turizm tanımına uygun bir şekilde kent insanının aradığı huzuru, kırsal bir ortamda anlamlı ve otantik bir şekilde bulmasını hedefleyen turizm türüdür.

dolu, işsiz insanlar, 2. nesil köyüne dönüp iş yapamazsa bulamazsa yatırım yapamazsa orası bir gün beton olacak ve terk edilicektir.  Bu da toplumsal boyutu sürdürülebilirliğin elbette. Benim bütün hayalim bu işte diyen Can Ortabaş, buraya kadar Urla’da yaptığı şarap üretiminin, sosyal, ekonomik ve toplumsal boyutlarıyla kendisi için ne ifade ettiğini anlattı.

Can Bey, burayı tekrar canlandırmaya; şarap üretmeye; bu yarımadada tekrar sürdürülebilir bir yaşam tarzı modeli yaratmaya adadığını belirten bir iş adamı. Doğal olarak bu işe ilk başladığında bir fizibilite yaptığını ve tüm sonuçların, sakın sakın, eksi bakiye verdiğini belirtiyor. Sonuçlar rantabl olmadığını, bu işe girilmemesini söylüyordu diye devam ediyor. 10-15 sene bağları dikeceksin, bekleyeceksin, 3 sene sonra ilk ürünü alacaksın;  bağların yaşlanmasıyla birlikte  şarap üreteceksin, kendine piyasada yer bulacaksın. Satmaya başlayacaksın ve başarı garanti değil…Oysa ülkemizde 3 sene sonra kaç alabilirim var.
ORGANİK ÇALIŞMALAR

Biz,  Uzbaş’ta 16 senedir organik uygulaması yapıyoruz; İyi Tarım Uygulamaları Sertifikamız var. Palmiyelerimize bile kimyasal vermiyoruz; kimyasalla uzun vadede toprakların yok olacağını, biliyoruz. Toprağımızın yapısını tanıyoruz, strüktürünü değiştiriyoruz, malç yapıyoruz, yapraklarımızı kesiyoruz çürütüyoruz, bağları buduyoruz malç yapıyoruz. Toprağı daha verimli hale getiriyoruz. Bağlarımızda ise tam tersini yapıyoruz, elbette. İyi şarap yapmamın sırrı,  toprağımı şımartmamaktan geçiyor. Zengin topraktan yine ürün alırsınız ancak sofra şarabı üretebilirsiniz. Ben o yoldan gitmedim. Miktar mı? Kalite mi? Sorusuna, kalite olarak devam etmekten yanayım. Her şey dahil otelde, 10 liralık şarap için, bir omçadan, asmadan 50 salkım almanız gerekir. Oysa biz üzümleri henüz kızarırken, Temmuzda diyelim 15 salkım veriyor ise koruktan kızarmaya başlarken, 5-6 salkıma düşürüyoruz;  bunu konsatre sağlamak için yapıyoruz.  Bu çalışmaların hepsi bilinçlice yapılıyor. ‘ Şarap Hayaline’ başladığımda, onlarca, yüzlerce kitap okudum. Yurtdışında Amerika’da UC Davis Üniversitesinde derslere de girdim. Şaraphanedeki gıda mühendisi arkadaşımız, Avustralya’da Sydney üniversitesinde ***önoloji(Oenology) okudu. Türkiye’de ne yazık ki 4 yıllık önoloji bölümü yok.  Monpeilier gibi Bordeaux Üniverstesi gibi önoloji okutulmuyor; çünkü bu kültür kayboldu. Türkiye’deki uygulama,  genellikle kimya ve gıda mühendislerinin daha iyi adapte olabilecekleri düşünülerek,  ikincil bir iş gibi ortaya çıktı bu alan.

***Oenology, şarap araştırma bilimidir. Şarap yapım bilimidir.

ŞARAP HAYALLERİNDEN, ULUSLARARASI BAŞARI HİKAYELERİNE

Hep 10 sene 15 sene ileri düşünüldü; eski bağ setleri yenilendi; yerli yabancı üzüm çeşitleri ve  bu yarımadada olabilecek üzümler getirildi. Çelik ve aşılı çelikler ile çalışıldı. Bu uzun yolculuk içerisinde, binlerce yıllık geçmişi olan bir ülkeden ve bir bölgeden bahsediyoruz. Adı var kendi olmayan ‘’Urla Karası’’ Nasıl Papazkarası, Kalecikkarası vardır? Urla Karası, eskilerin hep dilindeydi. ancak üzüm neredeydi?  Tekirdağ’daki Anadolu Üzümleri Kolleksiyonu ki,  Atatürk zamanında kurulmuştu; yine orada da adı vardı; kendi yoktu Urla Karası’nın. Urla Karası için 6 yıl uğraştım; yarımadanın her yerini dolaştım; hep eskilere sordum, babadan deden sordum, Rumlara sordum. Kesilmiş yok olmuştu. 6 yıllık bir mücadeleden sonra, bir Tübitak Projesi oldu;  Sabancı Üniversitesinden Selim Hocayla çalıştık. DNA çalışmalardan bulunan birkaç eski asma ispat edildi ve Şarap Üzümleri Kitabına(Wine Grapes), ‘’Can Ortabaş tarafından kurtarılmıştır’’ şeklinde girdi. Dünya medeniyetine iade edildi. Ne kadar güzel ki, Urla Karası ve bir İtalya Sicilya Karası olan Nero D’Avola ile yani bir Ege Karası, bir Akdeniz Karası ile ürettiğimiz şarap, iki yıl üst üste en büyük ödül sayılan,  Decanter World Wine ödülünü aldı. Bizi farklı kılan, bu yarımadanın kaybolan o değerlerini bulmaktı elbette. 4 yılda 126 madalya aldık. Decanter 2011-2012 yıllarında üst üste Akdenizin en iyi şarabı ödülünü Charles’ın elinden,  binlerce şarabın içinden aldık. Decanter’da bir üreticinin şarabı 2 yıl üst üste ödül almamıştı. Urla Şarapçılığın 4.yılında çok özel bir ödüldü bu bizim için. Rüyaların ötesindeydi. Recinal Trophy’de yine en büyük ödülü biz aldık.

BÖLGE ŞARABINI FARKLI KILAN NEDİR?

Bu yarımada’da yapılacak en iyi şey şarap, bu teruar(terroir) veriyor bunu. Burada elma yetiştiremem belki; Elmalı’da en iyi elma yetişir. Dünyanın her yerinde teruar farklıdır. Oradaki doğru çeşidi bulmanız lazım. Rüzgar, toprak, güneşin geliş açısı, kaç saat tepede kaldığı, toprağın su tutma gücü hep bölgenin teruarını etkileyen ögeler. İlk yıllar üzümümü sattım, sabırla bekledim. Üzüm olarak satarak, para kazanamazsınız.  Bağlarınız yaşlandıkça, toprağın daha farklı katmanlarına iner, bağların yaşı çok önemli. Dünyanın her yerinde kendi şarabınızı,  bağınızı çok büyütmeden, kontrollü bir şekilde üretebilirsiz.  Çok büyürseniz fabrika olursunuz. Biz hangi ölçüde tuttuk kendimizi? 350 dönüm bağımız var, 10 çeşit şarabımız var. Amacımız,  daha iyi şarap üretebilmek. Bazılarından 10,000 şişe bazılarından 20,000 şişe şeklinde toplamda yıllık 200,000 şişe şarap üretiyoruz. Burası hiçbir zaman çok büyümeyecek. Önemli olan,  daha iyi şarap üretmek ve bunun için sene de bir şansınız var: hangi fıçıya koyacaksınız? Hangi şekilde yapacaksınız? Şöyle denir ‘’bazen çok iyi şarap üretir;  çok para kazanırsınız ancak 100 sene sonra’’ ben 7 sene üzümümü sattım.

ŞARAPHANENİN MİMARİ TASARIMI VE AKILLI BİNA

Bağlarımız 10 yaşına geldikten sonra, bu fabrika tasarlandı. 10 sene boyunca, üretici gözüyle teknolojik olarak, bina olarak nasıl daha iyisini yaparız? diye hep gezdim inceledim ne güney Afrika, ne Napa, ne Bordeux kaldı; en iyi nasıl olur diye inceledim.  Şimdi 5. yılımızdayız ve geçen hafta itibarı ile 126 madalyamız oldu. Demek ki doğru bir yerdeymişiz ve doğru yakalamışız . Asıl amaca geleceğim. Bu fabrika,  dolaşılabilen bir fabrika olarak tasarlandı. Sezonu uzatalım; burada yaşanabilir bir bölge yapalım, istedik.  350 dönüm bağımız var şaraphane ise, 4,650 metre karedir. Yarısı yerin altına gömülü inşaa edildi.  Gravite kullanıyoruz yerçekimi; çünkü bu fabrika doğa dostu bir fabrika olarak kuruldu. 350 dönüm benim yeşil alana ihtiyacım var, buranın yaşayabilmesi için.  350 dönüme, 4,650 metre kare düşünün. O üretim alanının bir kısmında da, tadım odası, Two Rooms Türkiye’nin en küçük butik oteli var üst katta. Bağlarım büyüdü; şaraphanemi kurmak istiyorum ancak bunu bağların ortasına kurmak istiyorum deyince, yerel yöneticiler’ Can Bey niçin sanayi sitesinde kurmuyorsunuz ?’  dedi. Sanayi Sitesinde elektrik ucuz, enerji ucuz, dendi.  İzinlerimizi aldık; burada dünyanın en yüksek teknolojili  şaraphanesini aynı zaman da güzel bir tasarım ile yapalım istedik. Birkaç tasarım dergisine de girmek istedik. Hem en iyi tasarım; hem doğa dostu yapı ; hem de dolaşılabilir olsun dediğinizde bir mimar ne yapar? Biraz şaşırır, aynen öyle oldu. Fransız önolog bir arkadaşımız, mimar ve ben bu ruhun mimariye yansıması bakımından Toscana’ya gittik. 2 yıl projelendirme safhası sürdü. Zor bir inşaattı. 350 kilometre kablo ve boru var bu küçük şaraphanede; inanılmaz bir otomasyon var. Yerin 79 metre altından enerji alıyoruz, bütün soğutma sistemi ısı pompasıyla yapılıyor. Üstümüzdeki çatıya,  izolasyon için 200 ton toprak taşındı; yağmur suyu depolanıyor.  Az enerji harcıyoruz; şarabı pompalamıyoruz gravite ile akıyor. Yerin altında olduğumuz için de, dışarısı 35 derece olduğunda dahi çok indirmiyoruz ısıyı zaten 19 dereceyi geçmiyor. Yerin altına girmek için bir fabrika parası harcadık, diyebilirim. Isı pompalarından, soğutma sistemi enerji alıyor. Temeller ve izolasyon çok özel yapıldı, 1/3 bir fabrikaya göre harcanıyor enerji.  1,5 sene önce çıkan yeni yasa ile kendi enerjinizi üretebiliryorsunuz. Bizde başvurduk 1/3 harcadığımız enerjiyi, güneş enerjisini gündüz biriktirerek kapatıyoruz. Arkada güneş enerjisi santrali kurduk. Gündüz güneş enerjisini fazla üretiyoruz;  ulusal hatta bağlanıyor ve ay sonunda mahsuplaşıyoruz. Hiç enerji harcamayan, tek şaraphaneyiz. Sularımızı defalarca tekrar tekrar kullanıyoruz. Yağmur sularını topluyoruz. Her şeyimiz Leed sertifikalı. Doğayı kirletmiyoruz. Bu yatırımların hepsi, sürdürebilirlikle ilgili ancak ilk yatırım maliyetleri çok yüksek. 3 misli. Bu şaraphanenin normalde ayda 30.000 TL elektrik harcaması lazım harcamıyor. Kömür çıkarılmak zorunda kalınmıyor; nükleer santralden enerji alınması gerekmiyor. Bu yöntemi bizden örnek alan pek çok üretici var. Bir tek bu bölgede değil her yerden örnek alanlar var.
 

UZBAŞ VE URLA ŞARAPÇILIĞIN AGRO TURİZME KATKISI    
 
Şarap bir araç,  hep söyledik asıl amaç Agro Turizmi geliştirip katma değer sağlamaktır. İnsanları çekmektir, merak uyandırmaktır, amacımız. İlk yılımızda 3.000 ziyaretçi geldi hayal gibiydi. 2. Yıl 17.000; 3. Yılımızda 50.300 ziyaretçi;  ve geçen yıl ise 60.000 ziyaretçi ağırladık. Bunlar arasında krallar, devlet adamları bile vardı. Dostluklar oluştu. Burada yatırımlar başladı.  Urla,  Seferihisar’da arsalar alınmaya başlandı. Ama doğru insanlar,  30 dönüme 1 ev yapacağım diyor;  kooperatifler gelmiyor; güzel olanda bu. 30 dönüme 30 ev yapacağım diyen gelmiyor buraya; zira şarabın müşterisi başkadır. Rakı, votka müşterisi gibi pek değil. Doğaya duyarlı, sürdürülebilirliğe daha duyarlı, daha sofistike taa uzaklardan gelen,  bu dağda bizi bulan şarap severler,  işte Ekoiq dergisinin bakış açısına sahip kişiler bence..Bu kişiler bugün burada evini yapar;  yarın başka bir yatırım yapar. Zeytin işleme tesisi yapar; keçi alır yetiştirir; lavanta yetiştirir. Ama asıl önemlisi, 60.000 ziyaretçi Alaçatı’ya, Urla’ya, Seferihisar’a, Çeşme’ye yaz aylarında değil tüm yıl içinde, antikacısına, restoranına para bırakmaya başladı. Napa gibi,   Toscana gibi,benim bile hayallerimde yolu bile olmayan bir yere 60.000 ziyaretçi, hayal edilemezdi. Bembeyaz kıraç topraklar, şimdi yemyeşil. Bizim burada ciromuz 1 birim, etrafımızda yarattığımız ciro 100 birim…

24-25 Nisanda Makedonya’ya gidiyorum; Clusters House Wine Konferansı’nda 2.konuşmacı olarak ‘Şarap Yapmanın Bölgeye Ekonomik Katkısı’ adlı bir konuşma yapacağım, bu sene 70.000 ziyaretçiyi geçeceğimizi düşünüyorum. Bu zaman içinde büyüklü küçüklü beş şaraphane oluştu. 2 tane daha geliyor 7 olacağız. Hayalim bu sayının 100 olmasıdır. Eski binalar yenilenecek, burada  gurme restoranlar, butik oteller açılacak. Agro turizm gelişecek; sezon uzayacak 5-6 aya çıkacak. Etraf korunacak. Two Rooms otelimizde 2.katta lobide, bu yıl uluslararası büyük şirketlerin, yönetim kurulu toplantıları yapılıyor. Neler yapıldı? IBM, Shell, Nestle, Lufthansa Yönetim Kurulu toplantıları yapıldı. Ofislerde sıkılmışlar, geliyorlar burada toplantıya giriyorlar; bağları dolaşıyorlar, arberotumu dolaşıyorlar; bahçede yemek yiyorlar. Bahçeyi satıyorsunuz; havayı satıyorsunuz…140 tedarikçisi bahçede yemek yediler, yine kira ödediler. Bu kişiler aynı zamanda antikacıya, dükkanlara para bırakıyor. Asıl güzel olan kat satarak değil;  yeşil korunuyor. O yeşil olmazsa, burası yaşayamaz; 60.000 kişi gelemez; her şey birbirine bağlı. Buranın kimliği,  bu olacak. Urla’yı Toscana gibi, Napa gibi yapmak amacımız. Çocuğumuza çoluğumuza yaşanabilir, kirletmeden ama katma değer yaratan bir bölge bırakmak.

BİSİKLET SEVERLERE İYİ BİR HABER

Uzbaş, bugün 8-10 ülkeye ihracat yapmaya başladı; Urla Şarapçılık 6 ülkeye(İngiltere, Amerika, Danimarka, Hong Kong gibi) ihracat yapıyor. Buraya gelen ziyaretçiler,  3dk ileride dünyanın her yerinden gelen 1.964 bitkiyi görebileceği arberotumu da dolaşıyor. Avrupa’nın en büyük Palmiye üreticisiyiz. Uzbaş’ta Patagonyadan’da Himalayalar’dan da gelen Palmiyeler var.-28 derecede yaşayan palmiyeler var ki bunları Moskova’ya sattık. Uzbaşta 100 kişi Şaraphane ise 20 kişi çalışıyor.

Urla’da 5 şaraphane,  bir birlik oluşturduk. Cluster House’la da çalışıyoruz.  Avrupa Birliği ile yürüttüğümüz bir çalışma var. Bağ rotası yapacağız. Bisiklet yolları, yürüyüş rotaları, şaraphanelerin yerleri, nerede yemek yenebilir? Butik oteller nerede? Urla’nın bütün haritaları hazırlanacak; 100.000 adet basılacak ve bütün butik otellere, rent a car şirketlerine bırakılacak. Haritamız,  bu yaz başına yetişecek.

Napa ‘dan bahsediyoruz, Amerika’da Urla Karası gibi eski bir üzüm  türü yok. Orada Şarapçılık,  200 yıllık bir geçmişe sahip. Oysa şarap,  9.000 yıl önce, Ermenistan, Gürcistan, Anadolu’da doğmuş. Şarabın en eski anavatanı olan  ülkemiz, üzüm plantasyonunda dünyada  4. sırada olduğu halde, ancak 3/100 den şarap yapıyor;  ki asıl katma değer yaratan üzüm üretiminde şaraptır. Bu da kültürü,  kaybetmiş olduğumuz için elbette… İlk 20 de Türkiye yok. Fransa, İtalya, İspanya ön sıralarda.

Can Ortabaş, 30 ev izni olan araziyi 2008 yılında krediyle alarak; görsel kirliliği önlemeğe çalışmış. Belki toprağın altına gizli birkaç bağ odası daha yaparak şaraphanenin oda sayısını 2 den 8’e çıkaracak ancak, ziyeretçileri her yıl katlanarak  artacak. 70.000-80.000 ve 100binler. İnanç ve azimle, doğaya saygı çerçevesinde, Urla’da sürdürülebilir tarım ve agro turizm mümkün…

21 Ocak 2014 Salı

TEMA TOPRAĞA SAYGI YÜRÜYÜŞÜ

TÜRKİYE ÇÖL OLMASIN 
 

TEMA İstanbul 1. Bölge Temsilciliği olarak Erozyonla Mücadele Haftası etkinlikleri çerçevesinde bu yılki "Toprağa Saygı" yürüyüşümüzü 27 Kasım Çarşamba günü Öğrencilerin ve TEMA Gönüllülerinin katılımı ile gerçekleştirdik.
Benim de seve seve hatta koşa koşa katıldığım etkinlikte neler mi yapıldı? Kısa Blog aberimde bol bol resimlerle göreceksiniz.
Tema her yıl Kasım- Aralık aylarında Toprağın önemine dikkat çekmek amacıyla ''Toprağa Saygı Yürüşlerini'' gurup katılımlarının da yüksek olacağı yerlerde düzenliyor. Bu saygı yürüyüşünün parçası olan tüm okullara ve öğrencilere ne kadar teşekkür etsek azdır. Kendi adıma parçası olmak çok tatmin ediciydi. Hele onların hazırlamış oldukları yazılar ve afişlerde ayrı bir enerji hissettim.

Moda İlkokulu önünden saat 10.30 da başlayan  yürüyüşümüz Bahariye Caddesi-Altıyol-İskele Tören Alanı güzergahında gerçekleştirildi. Dükkanlardan, sokakta yürüyen kişilerden teşvik ve katılım oldukça yüksekti. Etkinliğimiz İskele Meydanında Şiirler, Faik Reşit Unat Ortaokulu Çevre Korosu şarkıları, Çevre Andı ve Basın bildirisi ile sürdürüldü.

Yürüyüş düzeninin sağlanması için öğrencilerimiz ve gönüllülerimiz saat 10.00 da Moda İlkokulu önünde buluştuk. Yürüyüş ve etkinliğimize gönüllü kuruluşlar, Sivil Toplum Kuruluşları üyeleri davetliydi.

Ana teması ‘ Gönüllülük’ olan Yürüyüşümüze Tüm Doğaseverler destek verdi. Kadıköy’de yürüyüş yapanların;  Kadıköy’deki dükkan sahibiplerinin ve TEMA İstanbul 1. Bölge Temsilciliği gönüllülerinin ve 15 kadar okulun öğrencilerinin de katılımıyla, çoşkulu bir kutlama yapıldı.

Ben Yeşile Gönüllüyüm;  Türkiye Çöl Olmasın; Ben Havaya Gönüllüyüm; Ben Toprağa Gönüllüyüm yazılı pankartlarla yürüyen çocuklarımız, Erozyon Tehlikesine dikkat çekti; farkındalık yarattı.  

 
 
 

 
 
 
 

 



 
 

2 Ekim 2013 Çarşamba

Hortus Botanicus Amsterdam'ı gezdim görüntüledim yazdım


Hortus Botanicus Amsterdam,  doktorlar ve eczacılar için bitki bahçesi olarak hizmet vermeye 1638 yılında başlamıştır. Altı binden fazla tropikal ve yerli ağaç ile bitkiyi içeriyor. Anıtsal Palm House  tarihi ​​ve kendi koleksiyonu ile ünlüdür (Cycads)
                                             Amsterdam Botanik Bahçesi Giriş Kapısı
Altıgen köşk 1600'lü yılların sonlarından kalmadır. Giriş kapısı  1700’lü yılların başında inşa edilmiştir. Limonluk (1875) ve Palm House ile Hugo de Vries Laboratuvar - Amsterdam Okulunun dışavurumcu mimarisini oluşturmaktadır.
 
                                      Sevgili Arkadaşım Ecz.Gabriella ve Eric beni yalnız bırakmadı.
1912 ile 1915 yıllarında Amsterdam Üniversitesi,  masrafları karşılamamaya başladı. Bu arada bireysel destekçileri, bir topluluk kurarak, botanik bahçesinin kapanmasını engelledi. Bahçe 1987 yılında iflas bile etmiş. Şu sıralar, Hortus Botanicus, Amsterdam Belediye Meclisi tarafından desteklenmektedir. Konferanslar ve törenler için kullanılan bahçesinde iki ayrı salonu vardır. Bahçenin içinde yeraalan yerel  kafe’de turistleri ve Hollandalı aileleri çocukları ile keyiflice görürsünüz. Cumartesi öğleden sonra gezi turu yapılabilir.  Hem İngilizce hem Felemenkçe gezi rehberi sizi hazır bekliyor.

Girişte bizi nergisler karşılıyor.

Geçen hafta salı günü , Amsterdam ve Leiden Botanik Bahçelerine yapmış olduğum gezi resimlerimi Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi'nde paylaştım. Ben büyük zevk aldım umarım izleyenler de hoşlanmıştır.   
 Sevgili Arkadaşım Gabriella
Blogumu takip eden kişilerle de resimlerimi paylaşmak istedim. En büyük dileğim güzel ülkemde de bu bilim yuvalarının 300-400 yıllara ulaşmasıdır. Botanik Bahçeleri desteklenmeden Tıp, Ecza, ziraat ve botanik konusunda bir gelişme kaydedilemeyeceğidir. Asıl önemlisi toplumsal sevgi ve bilincin  oluşturulamayacağıdır.  Tüm botanik bahçelerinin, tıp ve eczacılık, botanik ve ziraat fakültelerince desteklenmesini canı gönülden isterim. Bence toprağa bilinçli bir şekilde yaklaşılmadan ondan gerekli verim alınamaz. Botanik tek başına görselliği artırmak değildir. Araştırma, geliştirme ve bilimsel çalışmalar görsel şölenle atbaşı gitmek zorundadır.



 Tur Rehberimiz ve tura katılan arkadaşlarla, seranın içinde

 
 
 

 
 
 
 
 
 Turumuz Tıbbi bitkiler bahçesine doğru yol alıyor.

 Sevgili Gabriella ile en güzel kızıl bulduğum, Sequoia ağacının yumuşak tüylü gövdesine sarılmışız.
 
 Hollanda disiplini diyorum, tek sıra ve telaşsız.
 
 
 
 
 

Kaneel Cinnamomum burmanii nees, Tarçın ağacı  
           Wollemia nobilis, Wollemia çamı, kilit altında çok değerli
 
                                    Philodendron Bipinnatifidum, bizdeki Devetabanına benzer
Philodendron Bipinnatifidum
 

 
 


Çok kutsal ve değerli bir ağaçla bitirmek istiyorum ekmek ağacı. Encephalatos altensteinii, bu dev bir Cycad ağacı Güney Afrika kökenli 2 evcikli yani dişi ve erkek çiçekleri ayrı ayrı ağaçlarda yeralıyor. Botanik bahçesinde 1 dişi 1 erkek ağaç mevcut aynı sera içerisinde. Rehberimiz bahçelerinin ''en değerli ağacı'' olarak tanıttı.
Hem kutsallığından hem de Afrikadaki bitmek bilmeyen açlık sorunundan olsa gerek.
  
 
 
  
Herşey dostlarla güzel ve zevkli..