URLA’DAN TARIMDA BİR SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK HİKAYESİ
Tarımda sürdürülebilirlik ve doğal kaynakların kullanımı,
günümüzde hem araştırmacılar hem finansörler hem de politikacılar açısından
oldukça popüler bir konu oldu. Bu hevesliler, daha ziyade üründen çok
teknolojiyi; çevresel kaliteden çok ekonomik karı ve kaynakların uzun süreli
kullanımından ziyade kısa vadeli kazancı amaçlıyordu. Tarımda, toprak yapısı en büyük yatırım ve varlık
kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Toprak yapısı, üretim kapasitesini, çevresel
kaliteyi, ürünlerin sürdürülebilirliğini, hepsini etkiliyor. Toprak yapısında
verimin düşmesi ise, zincirleme olarak, hızlı erozyon, aşırı sulama, toprağın
aşırı sıkışması, tuzlanma ve bağlantılı olarak toprağın doğurganlığının
tükenmesi şeklinde, yerel problemlerle sık sık ülkemizde karşımıza çıkıyor.
Buna karşın yerelde güzel haberler de alıyoruz. Ege
Denizi’nin kıyısında Urla’da yüzlerce yıllık bağ setlerinde, antik üzümler tekrar
karşımıza çıkıyor. Kaybolan üzüm çeşitlerimiz, kurtarılıyor ve ürünleri
uluslararası ödüllere layık görülüyor. Gelelim Uzbaş Tarım Ürünleri ve Turizm
Gıda Sanayi ile Urla Şarapçılığın sahibi, Can Ortabaş’ın uzun soluklu
çalışması, mücadelesi ve Ege Kıyılarında yaşam bulan üzümlerin hikayesine..
UZBAŞ TARIM ÜRÜNLERİ NASIL ORTAYA ÇIKTI? İŞTE HİKAYESİ
Hikaye 17 sene önce başlamış Can Ortabaş için. Urla
Şarapçılığın arazileri, 17 sene önce alınmış. İzmir Karşıyaka doğumlu olan
Ortabaş, yıllarca Karşıyaka’da basketbol oynamış ve yüzmüş. Hafta sonları
Urla’da yazlığının olmasını istemiş; otobanında geçmesiyle önce bir arazi almış;
daha sonra bir tane daha almış.
Yarımadanın diğer tarafındaki,
Seferihisar’a bakan kısmındaki büyük arazinin hikayesini ise şöyle
anlatıyor: emlakçıların sevdiği bir kişi olmuştum; ellerindeki yerleri
gösteriyorlardı; haber veriyorlardı. 1,864 dönüm arazinin, yarımadanın diğer
tarafında olduğunu söylediler, önce inanmadım sonra atladık gittik. Mübadele
yoluyla gelen, mavi gözlü yaşlı bir Arnavut göçmeni olan emlakçı sayesinde, bu
büyük araziyi buldum, diyebilirim.
Seferihisar tarafı 16 yıl önce 1.Derece Doğal Sit alanı
ilan edilmişti. Bugüne kadar da bu sayede korunmuştu. Çok kötü imarlar vardı;
bitmeyen inşaatlar; okulu, hastanesi düşünülmeden yapılmış inşaatlar ile
üstlerinden inşaat demirleri çıkan beton yapılar. Ben de bu bölgeye geldiğimde,
birkaç yıkık dökük bina ile 86 yaşında tek oğlu yurtdışında olan ve buğday yetiştiren
bir amca vardı. Kendisi araziye artık yetişemediğini söyledi. Özellikle 1000 yaşlarında, gövdeleri bonsai
şeklinde anıt zeytinleri görünce bir süre bakakaldım. Amca, bana dönüp’ sen
burayı alacaksın’ dedi; anlamıştı. 3 gün
sonra aldım. Keçiyolu gibi yolu vardı, denize kadar devam eden bir arazi..Birkaç
kez gidip geldikten sonra buraya aşık oldum ve ‘umarım burayı satmak zorunda
kalmam ve 2.nesle bırakırım’ dedim. Elbette artık arazide bir şeyler yapılması
gerekliydi…
İzmir- Manisa yoluna giderken, Cumba Restoran için peyzaj
çalışması yapmak istedik. Baktık belediye de özel yerlerde çok kısıtlı peyzaj
bitkileri var; bunu farkettik. Peyzaj sektörü
oldukça zayıftı. İtalya ve İspanya’dan bazı fidanlar getirmiştik Cumba Restoran
için. Biraz bu tip işler yapalım dedik. Ben 16 yıllık süreçte, 54 ülkeye gittim; araştırdım. Küçük bir
hikaye ile başladı, büyüdü ve büyüdü. Bu ülkelerin içinde Fas, Avustralya ve Afrika
ülkeleri de vardı. Amaç, Akdeniz’de
Ege’de olabilecek, ancak o dönemde
olmayan bitkileri, getirmekti. Büyüdü büyüdü büyüdü zaman zaman 186 kişiye
çıktığımız günler oldu. Peyzaj mimarları,
ziraat mühendisleri, bahçıvanları ile yıllar içinde bir arboretuma dönüştü. 2.-3.
senemizde, tarlalar sulanmaya, elektrik gelmeye, evler yenilenmeye, yollar
açılmaya, çalışanlar oturmaya başladı. Ben şunu fark ettim ki; bu çok uzun vadeli bir yatırımdı. Diktiğim
bir bitkiyi, 10-15 sene sonra söküyorum;
bu işin 2. Jenarasyon işi olduğuna...10 sene sonra bile satış yapamaya
bileceğim, bilinciyle bu işe başladım.
ANTİK URLA KARASI’NIN PEŞİNDEN…
Tarlalarda taşları temizlemek için makineler çalışıyordu.
2. 3. Senenin sonunda, yamaçlarda eski
bağ setleri ve boyumdan büyük içleri şarap kokan amforalar çıkmıştı karşımıza.
İşte bu, bizim için hazineydi. Dağ çilekleri, sandal ağaçları, sakız
çalılarının altında, hep orman
yangınları ile yok olmuş, bağ setleri(bağ terasları) vardı. Çalılar daha çabuk
geri geliyordu; orman daha geç elbette. Diyebilirim ki, yamaçlardaki bu bağ
terasları, bana şarap yapma ilhamı derdi…Antik
Klazomenai dönemine ait bu bulgular, bizi heyecanlandırdı. Urla yani
Klazomenai; Seferihisar yani Teos ve Ildırı yani Erythrai; Foça’nın ise Phokaia
olduğu antik *İonia dönemi, şarapçılıkta ve bağcılıkta en parlak dönemini
yaşamıştı buralarda.
*iyonya Batı
dillerinde Ionia Anadolu'da bugünkü İizmir ve Aydın illerinin sahil şeridine Antik Çağ'da
verilen isimdir Bölgede bulunan 12 bağımsız sahil kenti Kuzeyden Güneye Phokai
Foça, Klazomenai, Erythrai, Teos, Kolophon, Lebedos, Ephesos Efes, Priene, Myos
ve Miletos Milet ile birlikte halen Yunanistan'a ait olan
Khios sakız ve Samos Sisam ada kentleri idi. Bu kentler MÖ 1000 dolayında
Yunanistan'dan gelen ve Yunanlıların ion ulusuna mensup olan kolonistler
tarafından kuruldular
O yıllarda biri bana ziraat yapacaksın; tarımla uğraşacaksın;
üzüm yetiştireceksin dese inanmazdım; evet özel kavım vardı, meraklıydım ancak
şarap üreticisi olmak..başka birşeydi…Eğitimim de buna uygun değildi ancak aşk
işte. Urla’ya gidip geldikçe, bu işe
daha çok bağlandım. Aslen Ege Üniversitesi yüksek Spor okulu mezunuyum ve bir zamanlar milli
basketçiydim. Tarımla, ziraatle hiçbir bağlantım yoktu.
Peyzaj işinin çok rantabl yatırım bir yatırım olmadığını
anlamıştım; toprak fakir burada, kireç çok yüksek, sürekli bir sea breeze
rüzgar var; yazları nemsizlik var.
Peyzaj bitkilerini, Ödemiş’te çok çok kolay
yetiştirebilirsiniz. Zor şartlar altında, Urla’da, buraya aşık olduğum için yapıyorum. Ama bağ setlerini bulup da; şaraplık bağ yetiştirmek ile ilgili geçmişi
öğrendikçe her şey ortaya çıkmaya başlamıştı. Neden? Niçin? Nasıl? Oturmaya
başlamıştı artık..
Şarap farklı bir
olay, tam tersine verimli toprak değil ızdırap çeken, daha zor şartlarda daha
iyi sonuçlar veriyor. Yarımadanın geçmişini okuyunca, şaşırmamak elde değil; çok
kısa sürede 90-100 sene gibi kısa bir süre içinde bu yokoluş inanılır gibi
değil. Bir zamanlar, 90 milyon şişe yılda, Çeşme- İzmir arasında şarap
üretiliyormuş bu yarımadada. Oysa tüm Türkiye geçen yıl, 70 milyon şişe üretti yani; Türkye’den fazla
bu yarımadada şarap üretebiliyordu zamnında. 3 km yürüyüp gölgesinde oturacak
ağaç bulamazsınız bağ setlerinde,
tepelere kadar derler..
KATMA DEĞER OLARAK ŞARAP VE AGRO TURİZM
Şarap, bir katma değerdir. Bugün üzüm, 1-2 lira, üzümün
suyunu çıkarırsınız 2,5 lira; üzümü kurutursunuz 3 lira ama biz 23 euroya şarap ihraç ediyoruz
ABD’ne, İngiltere’ye, Danimarka’ya… Gerçek
şu ki, 21. ve 22. yy da katma değer yaratmayan toplumlar bir hiç. Bu
yarımada, Çeşme’ye kadar bir gün büyür.
18 milyon oldu İstanbul, burası 5 milyon. Büyür ama, ağır sanayi mi gelsin?
Yoksa evler evler siteler siteler mi? Yeşili
koruyarak, katma değer yaratmanın bir yolu var aslında…Burada müthiş bir hikaye
var, geçmiş var. Orada duruyor, sadece yıllardır dokunan olmamış; kaybolmuş.
Kültürler yok olmuş. Hristiyanlar göç
etmiş, mübadele büyük bir yıkım OLMUŞ. Ben de Girit göçmeniyim. Hristiyanlar
gidince, şaraplık üzüm, sofralık gibi satılmaz olmuş ve aynı sebeple kaybolmuş.
Şarapçılığın, ** Agro Turizm’e katkısı olacağına
inanıyorum ve ben işin bu tarafındayım. Sürdürebilirlik hepsi bir arada gelecek
aslında; bütün her şey içiçe. Bizim yatırımımızın
şarap kısmı, Sosyal Sorumluluk Projesi gibi başladı. Bu gün, bir şehrin, bir
kasabanın bir kimliği olması gerektiğine inanıyorum. Neyi iyidir? Ne iyi yapılır? Adı var kendi
yok… O zaman pek çok taş yerine oturmaya başladı. Bu gün Antalya’da 50 dolara
her şey dahil 7-8 ay sezon var. Böyle bir turizm şekillenmiş; elbette
tartışılabilir ayrı bir konu. Oysa bu
yarımadanın, 2,5 ay sezonu var. Bugün Alaçatı, Urla’da oteller her gün dolu
olsa yetmez; rantabl değil. Sezonu
genişletmemiz lazım; burada iyi şarap
yapma imkanı var. Burada böyle bir imkan var; niçin değerlendirilmesin?
Anlatacağıma çok şaşıracaksınız; bizim bile hayallerimizden
öte. Ben böyle yola çıktım. Bu gün Kasım ayında Toskana’ya gidin Napa’ya gidin
yağmur çamur kışın her yer dolu; 300
avroya zor yer bulursunuz. Eski binalar restore edilmiş, taş binalar otele
dönüştürülmüş. Bir gastronomi var. Gündüz çapaladığı tarladaki organik domatesleri,
akşam yemek pek çok üst kademe yöneticisinin özlemi olmuş. Katma değer işte bu,
hem de doğayı koruyarak. Şarap aslında bir araç, asıl amaç, bu yarımadada sürdürülebilir
bir yaşam tarzı geliştirmek, Agro
turizmi getirebilmek.
Sezonu açabilmek. Bu da neyle olur? Peynircilik, kekik üretimi, ucu bucu yok.
Unutulan lezzetler festivalleri yapmak,
Şaraphaneler, zeytin içlikleri, zeytinyağı sıkım tesisleri, balık
yarışmaları, ot festivalleri yapmak, biberiye, lavanta yetiştirmek, fabrikalar
değil..Kültür turizmini geliştirmek. Şarap
Festivalleri yapmak..Ölü sezonlarda, bu festivallerle sezonu uzatmak ve
canlandırmak. Yarımada Kalkınma Stratejileri Toplantılarında 10-15 yıldır
anlatıyoruz, İska, Büyükşehir
Belediyesinde anlata anlata tartışa tartışa biraz yolalınmaya başlandı. Biz buranın bir kimliği olsun istiyoruz. İnsanlara anlatmak çok zor; ama devam
ediyoruz. İnsanlar rand peşinde, binalar binalar yapıyorlar; şehri bina ve kat olarak
görüyorlar; eskinin hayran olduğum Kuşadası ne oldu? Bir süre sonra yıkımlar geliyor. Rüyalarımıza
giren Kuşadası… Benim için katma değer yaratma, Agro Turizm budur işte. Yavaş
yavaş daha neler neler yapılacak..
Devletin alkollü içkilere uyguladığı yüksek vergilerle,
devam edilebilecek mi? Sorusuna Can Ortabaş bakın ne cevap verdi:’’ kesinlikle
devam edilir; ben herkesin söylediğinin aksini söylüyorum; devlet yaşam
şeklimize karışmasın yeterli’’ dedi. Üretici hep yardım ister devletten; vergileri
düşürmesini ister neyi bekliyoruz ne kadar zengin devlet ? Kendim aldım
yapıyorum yeter ki bu bölgeye, bu yakışır desin; inansın. Ege’nin köylerinde
bile kahveler
**agro
turizm, Kırsal turizm tanımına uygun bir şekilde kent insanının aradığı huzuru,
kırsal bir ortamda anlamlı ve otantik bir şekilde bulmasını hedefleyen turizm
türüdür.
dolu, işsiz insanlar, 2. nesil köyüne dönüp iş yapamazsa
bulamazsa yatırım yapamazsa orası bir gün beton olacak ve terk
edilicektir. Bu da toplumsal boyutu
sürdürülebilirliğin elbette. Benim bütün hayalim bu işte diyen Can Ortabaş, buraya
kadar Urla’da yaptığı şarap üretiminin, sosyal, ekonomik ve toplumsal
boyutlarıyla kendisi için ne ifade ettiğini anlattı.
Can Bey, burayı tekrar canlandırmaya; şarap üretmeye; bu
yarımadada tekrar sürdürülebilir bir yaşam tarzı modeli yaratmaya adadığını
belirten bir iş adamı. Doğal olarak bu işe ilk başladığında bir fizibilite
yaptığını ve tüm sonuçların, sakın sakın, eksi bakiye verdiğini belirtiyor.
Sonuçlar rantabl olmadığını, bu işe girilmemesini söylüyordu diye devam ediyor.
10-15 sene bağları dikeceksin, bekleyeceksin, 3 sene sonra ilk ürünü
alacaksın; bağların yaşlanmasıyla
birlikte şarap üreteceksin, kendine
piyasada yer bulacaksın. Satmaya başlayacaksın ve başarı garanti değil…Oysa
ülkemizde 3 sene sonra kaç alabilirim var.
ORGANİK ÇALIŞMALAR
Biz, Uzbaş’ta 16
senedir organik uygulaması yapıyoruz; İyi Tarım Uygulamaları Sertifikamız var.
Palmiyelerimize bile kimyasal vermiyoruz; kimyasalla uzun vadede toprakların yok
olacağını, biliyoruz. Toprağımızın yapısını tanıyoruz, strüktürünü
değiştiriyoruz, malç yapıyoruz, yapraklarımızı kesiyoruz çürütüyoruz, bağları buduyoruz
malç yapıyoruz. Toprağı daha verimli hale getiriyoruz. Bağlarımızda ise tam
tersini yapıyoruz, elbette. İyi şarap yapmamın sırrı, toprağımı şımartmamaktan geçiyor. Zengin
topraktan yine ürün alırsınız ancak sofra şarabı üretebilirsiniz. Ben o yoldan
gitmedim. Miktar mı? Kalite mi? Sorusuna, kalite olarak devam etmekten yanayım.
Her şey dahil otelde, 10 liralık şarap için, bir omçadan, asmadan 50 salkım
almanız gerekir. Oysa biz üzümleri henüz kızarırken, Temmuzda diyelim 15 salkım
veriyor ise koruktan kızarmaya başlarken, 5-6 salkıma düşürüyoruz; bunu konsatre sağlamak için yapıyoruz. Bu çalışmaların hepsi bilinçlice yapılıyor. ‘ Şarap
Hayaline’ başladığımda, onlarca, yüzlerce kitap okudum. Yurtdışında Amerika’da
UC Davis Üniversitesinde derslere de girdim. Şaraphanedeki gıda mühendisi
arkadaşımız, Avustralya’da Sydney üniversitesinde ***önoloji(Oenology) okudu. Türkiye’de
ne yazık ki 4 yıllık önoloji bölümü yok.
Monpeilier gibi Bordeaux Üniverstesi gibi önoloji okutulmuyor; çünkü bu
kültür kayboldu. Türkiye’deki uygulama,
genellikle kimya ve gıda mühendislerinin daha iyi adapte olabilecekleri
düşünülerek, ikincil bir iş gibi ortaya
çıktı bu alan.
***Oenology, şarap araştırma
bilimidir. Şarap yapım bilimidir.
ŞARAP HAYALLERİNDEN, ULUSLARARASI BAŞARI HİKAYELERİNE
Hep 10 sene 15 sene ileri düşünüldü; eski bağ setleri
yenilendi; yerli yabancı üzüm çeşitleri ve
bu yarımadada olabilecek üzümler getirildi. Çelik ve aşılı çelikler ile
çalışıldı. Bu uzun yolculuk içerisinde, binlerce yıllık geçmişi olan bir
ülkeden ve bir bölgeden bahsediyoruz. Adı var kendi olmayan ‘’Urla Karası’’ Nasıl
Papazkarası, Kalecikkarası vardır? Urla Karası, eskilerin hep dilindeydi. ancak
üzüm neredeydi? Tekirdağ’daki Anadolu
Üzümleri Kolleksiyonu ki, Atatürk
zamanında kurulmuştu; yine orada da adı vardı; kendi yoktu Urla Karası’nın. Urla
Karası için 6 yıl uğraştım; yarımadanın her yerini dolaştım; hep eskilere
sordum, babadan deden sordum, Rumlara sordum. Kesilmiş yok olmuştu. 6 yıllık
bir mücadeleden sonra, bir Tübitak Projesi oldu; Sabancı Üniversitesinden Selim Hocayla
çalıştık. DNA çalışmalardan bulunan birkaç eski asma ispat edildi ve Şarap Üzümleri
Kitabına(Wine Grapes), ‘’Can Ortabaş tarafından kurtarılmıştır’’ şeklinde girdi.
Dünya medeniyetine iade edildi. Ne kadar güzel ki, Urla Karası ve bir İtalya Sicilya
Karası olan Nero D’Avola ile yani bir Ege Karası, bir Akdeniz Karası ile ürettiğimiz
şarap, iki yıl üst üste en büyük ödül sayılan, Decanter World Wine ödülünü aldı. Bizi farklı
kılan, bu yarımadanın kaybolan o değerlerini bulmaktı elbette. 4 yılda 126
madalya aldık. Decanter 2011-2012 yıllarında üst üste Akdenizin en iyi şarabı
ödülünü Charles’ın elinden, binlerce
şarabın içinden aldık. Decanter’da bir üreticinin şarabı 2 yıl üst üste ödül
almamıştı. Urla Şarapçılığın 4.yılında çok özel bir ödüldü bu bizim için. Rüyaların
ötesindeydi. Recinal Trophy’de yine en büyük ödülü biz aldık.
BÖLGE ŞARABINI FARKLI KILAN NEDİR?
Bu yarımada’da yapılacak en iyi şey şarap, bu teruar(terroir)
veriyor bunu. Burada elma yetiştiremem belki; Elmalı’da en iyi elma yetişir. Dünyanın
her yerinde teruar farklıdır. Oradaki doğru çeşidi bulmanız lazım. Rüzgar,
toprak, güneşin geliş açısı, kaç saat tepede kaldığı, toprağın su tutma gücü
hep bölgenin teruarını etkileyen ögeler. İlk yıllar üzümümü sattım, sabırla bekledim.
Üzüm olarak satarak, para kazanamazsınız. Bağlarınız yaşlandıkça, toprağın daha farklı katmanlarına
iner, bağların yaşı çok önemli. Dünyanın her yerinde kendi şarabınızı, bağınızı çok büyütmeden, kontrollü bir şekilde
üretebilirsiz. Çok büyürseniz fabrika
olursunuz. Biz hangi ölçüde tuttuk kendimizi? 350 dönüm bağımız var, 10 çeşit
şarabımız var. Amacımız, daha iyi şarap
üretebilmek. Bazılarından 10,000 şişe bazılarından 20,000 şişe şeklinde
toplamda yıllık 200,000 şişe şarap üretiyoruz. Burası hiçbir zaman çok
büyümeyecek. Önemli olan, daha iyi şarap
üretmek ve bunun için sene de bir şansınız var: hangi fıçıya koyacaksınız? Hangi
şekilde yapacaksınız? Şöyle denir ‘’bazen çok iyi şarap üretir; çok para kazanırsınız ancak 100 sene sonra’’
ben 7 sene üzümümü sattım.
ŞARAPHANENİN MİMARİ TASARIMI VE AKILLI BİNA
Bağlarımız 10 yaşına geldikten sonra, bu fabrika tasarlandı.
10 sene boyunca, üretici gözüyle teknolojik olarak, bina olarak nasıl daha
iyisini yaparız? diye hep gezdim inceledim ne güney Afrika, ne Napa, ne Bordeux
kaldı; en iyi nasıl olur diye inceledim. Şimdi 5. yılımızdayız ve geçen hafta itibarı
ile 126 madalyamız oldu. Demek ki doğru bir yerdeymişiz ve doğru yakalamışız . Asıl
amaca geleceğim. Bu fabrika, dolaşılabilen bir fabrika olarak tasarlandı. Sezonu
uzatalım; burada yaşanabilir bir bölge yapalım, istedik. 350 dönüm bağımız var şaraphane ise, 4,650
metre karedir. Yarısı yerin altına gömülü inşaa edildi. Gravite kullanıyoruz yerçekimi; çünkü bu
fabrika doğa dostu bir fabrika olarak kuruldu. 350 dönüm benim yeşil alana
ihtiyacım var, buranın yaşayabilmesi için.
350 dönüme, 4,650 metre kare düşünün. O üretim alanının bir kısmında da,
tadım odası, Two Rooms Türkiye’nin en küçük butik oteli var üst katta. Bağlarım
büyüdü; şaraphanemi kurmak istiyorum ancak bunu bağların ortasına kurmak istiyorum
deyince, yerel yöneticiler’ Can Bey niçin sanayi sitesinde kurmuyorsunuz ?’ dedi. Sanayi Sitesinde elektrik ucuz, enerji
ucuz, dendi. İzinlerimizi aldık; burada
dünyanın en yüksek teknolojili şaraphanesini
aynı zaman da güzel bir tasarım ile yapalım istedik. Birkaç tasarım dergisine
de girmek istedik. Hem en iyi tasarım; hem doğa dostu yapı ; hem de
dolaşılabilir olsun dediğinizde bir mimar ne yapar? Biraz şaşırır, aynen öyle
oldu. Fransız önolog bir arkadaşımız, mimar ve ben bu ruhun mimariye yansıması bakımından
Toscana’ya gittik. 2 yıl projelendirme safhası sürdü. Zor bir inşaattı. 350
kilometre kablo ve boru var bu küçük şaraphanede; inanılmaz bir otomasyon var.
Yerin 79 metre altından enerji alıyoruz, bütün soğutma sistemi ısı pompasıyla
yapılıyor. Üstümüzdeki çatıya, izolasyon
için 200 ton toprak taşındı; yağmur suyu depolanıyor. Az enerji harcıyoruz; şarabı pompalamıyoruz
gravite ile akıyor. Yerin altında olduğumuz için de, dışarısı 35 derece
olduğunda dahi çok indirmiyoruz ısıyı zaten 19 dereceyi geçmiyor. Yerin altına
girmek için bir fabrika parası harcadık, diyebilirim. Isı pompalarından,
soğutma sistemi enerji alıyor. Temeller ve izolasyon çok özel yapıldı, 1/3 bir
fabrikaya göre harcanıyor enerji. 1,5
sene önce çıkan yeni yasa ile kendi enerjinizi üretebiliryorsunuz. Bizde
başvurduk 1/3 harcadığımız enerjiyi, güneş enerjisini gündüz biriktirerek
kapatıyoruz. Arkada güneş enerjisi santrali kurduk. Gündüz güneş enerjisini fazla
üretiyoruz; ulusal hatta bağlanıyor ve
ay sonunda mahsuplaşıyoruz. Hiç enerji harcamayan, tek şaraphaneyiz. Sularımızı
defalarca tekrar tekrar kullanıyoruz. Yağmur sularını topluyoruz. Her şeyimiz Leed
sertifikalı. Doğayı kirletmiyoruz. Bu yatırımların hepsi, sürdürebilirlikle
ilgili ancak ilk yatırım maliyetleri çok yüksek. 3 misli. Bu şaraphanenin
normalde ayda 30.000 TL elektrik harcaması lazım harcamıyor. Kömür çıkarılmak
zorunda kalınmıyor; nükleer santralden enerji alınması gerekmiyor. Bu yöntemi
bizden örnek alan pek çok üretici var. Bir tek bu bölgede değil her yerden
örnek alanlar var.
UZBAŞ VE URLA ŞARAPÇILIĞIN AGRO TURİZME KATKISI
Şarap bir araç, hep söyledik asıl amaç Agro Turizmi geliştirip
katma değer sağlamaktır. İnsanları çekmektir, merak uyandırmaktır, amacımız. İlk
yılımızda 3.000 ziyaretçi geldi hayal gibiydi. 2. Yıl 17.000; 3. Yılımızda
50.300 ziyaretçi; ve geçen yıl ise
60.000 ziyaretçi ağırladık. Bunlar arasında krallar, devlet adamları bile
vardı. Dostluklar oluştu. Burada yatırımlar başladı. Urla, Seferihisar’da arsalar alınmaya başlandı. Ama
doğru insanlar, 30 dönüme 1 ev yapacağım
diyor; kooperatifler gelmiyor; güzel
olanda bu. 30 dönüme 30 ev yapacağım diyen gelmiyor buraya; zira şarabın müşterisi
başkadır. Rakı, votka müşterisi gibi pek değil. Doğaya duyarlı, sürdürülebilirliğe
daha duyarlı, daha sofistike taa uzaklardan gelen, bu dağda bizi bulan şarap severler, işte Ekoiq dergisinin bakış açısına sahip
kişiler bence..Bu kişiler bugün burada evini yapar; yarın başka bir yatırım yapar. Zeytin işleme
tesisi yapar; keçi alır yetiştirir; lavanta yetiştirir. Ama asıl önemlisi,
60.000 ziyaretçi Alaçatı’ya, Urla’ya, Seferihisar’a, Çeşme’ye yaz aylarında
değil tüm yıl içinde, antikacısına, restoranına para bırakmaya başladı. Napa
gibi, Toscana gibi,benim bile
hayallerimde yolu bile olmayan bir yere 60.000 ziyaretçi, hayal edilemezdi.
Bembeyaz kıraç topraklar, şimdi yemyeşil. Bizim burada ciromuz 1 birim, etrafımızda
yarattığımız ciro 100 birim…
24-25 Nisanda Makedonya’ya gidiyorum; Clusters House Wine
Konferansı’nda 2.konuşmacı olarak ‘Şarap Yapmanın Bölgeye Ekonomik Katkısı’
adlı bir konuşma yapacağım, bu sene 70.000 ziyaretçiyi geçeceğimizi
düşünüyorum. Bu zaman içinde büyüklü küçüklü beş şaraphane oluştu. 2 tane daha
geliyor 7 olacağız. Hayalim bu sayının 100 olmasıdır. Eski binalar yenilenecek,
burada gurme restoranlar, butik oteller
açılacak. Agro turizm gelişecek; sezon uzayacak 5-6 aya çıkacak. Etraf korunacak.
Two Rooms otelimizde 2.katta lobide, bu yıl uluslararası büyük şirketlerin,
yönetim kurulu toplantıları yapılıyor. Neler yapıldı? IBM, Shell, Nestle,
Lufthansa Yönetim Kurulu toplantıları yapıldı. Ofislerde sıkılmışlar,
geliyorlar burada toplantıya giriyorlar; bağları dolaşıyorlar, arberotumu
dolaşıyorlar; bahçede yemek yiyorlar. Bahçeyi satıyorsunuz; havayı
satıyorsunuz…140 tedarikçisi bahçede yemek yediler, yine kira ödediler. Bu
kişiler aynı zamanda antikacıya, dükkanlara para bırakıyor. Asıl güzel olan kat
satarak değil; yeşil korunuyor. O yeşil
olmazsa, burası yaşayamaz; 60.000 kişi gelemez; her şey birbirine bağlı.
Buranın kimliği, bu olacak. Urla’yı Toscana
gibi, Napa gibi yapmak amacımız. Çocuğumuza çoluğumuza yaşanabilir, kirletmeden
ama katma değer yaratan bir bölge bırakmak.
BİSİKLET SEVERLERE İYİ BİR HABER
Uzbaş, bugün 8-10 ülkeye ihracat yapmaya başladı; Urla
Şarapçılık 6 ülkeye(İngiltere, Amerika, Danimarka, Hong Kong gibi) ihracat
yapıyor. Buraya gelen ziyaretçiler, 3dk
ileride dünyanın her yerinden gelen 1.964 bitkiyi görebileceği arberotumu da
dolaşıyor. Avrupa’nın en büyük Palmiye üreticisiyiz. Uzbaş’ta Patagonyadan’da
Himalayalar’dan da gelen Palmiyeler var.-28 derecede yaşayan palmiyeler var ki
bunları Moskova’ya sattık. Uzbaşta 100 kişi Şaraphane ise 20 kişi çalışıyor.
Urla’da 5 şaraphane,
bir birlik oluşturduk. Cluster House’la da çalışıyoruz. Avrupa Birliği ile yürüttüğümüz bir çalışma
var. Bağ rotası yapacağız. Bisiklet yolları, yürüyüş rotaları, şaraphanelerin
yerleri, nerede yemek yenebilir? Butik oteller nerede? Urla’nın bütün
haritaları hazırlanacak; 100.000 adet basılacak ve bütün butik otellere, rent a
car şirketlerine bırakılacak. Haritamız,
bu yaz başına yetişecek.
Napa ‘dan bahsediyoruz, Amerika’da Urla Karası gibi eski
bir üzüm türü yok. Orada
Şarapçılık, 200 yıllık bir geçmişe
sahip. Oysa şarap, 9.000 yıl önce,
Ermenistan, Gürcistan, Anadolu’da doğmuş. Şarabın en eski anavatanı olan ülkemiz, üzüm plantasyonunda dünyada 4. sırada olduğu halde, ancak 3/100 den şarap
yapıyor; ki asıl katma değer yaratan üzüm
üretiminde şaraptır. Bu da kültürü, kaybetmiş olduğumuz için elbette… İlk 20 de
Türkiye yok. Fransa, İtalya, İspanya ön sıralarda.
Can Ortabaş, 30 ev izni olan araziyi 2008 yılında
krediyle alarak; görsel kirliliği önlemeğe çalışmış. Belki toprağın altına
gizli birkaç bağ odası daha yaparak şaraphanenin oda sayısını 2 den 8’e
çıkaracak ancak, ziyeretçileri her yıl katlanarak artacak. 70.000-80.000 ve 100binler. İnanç ve
azimle, doğaya saygı çerçevesinde, Urla’da sürdürülebilir tarım ve agro turizm
mümkün…